13 Ocak 2011 Perşembe

Kırmızı Plastik Top

           
Sizin hiç topunuz denize kaçtı mı? Benim kaçtı. Bizim kaçtı. Hem de sayamadığım/sayamadığımız kadar. Bolamanlı olacaksın, erkek çocuğu olacaksın, futbolu seveceksin ve topun denize kaçmayacak! Bu söz konusu bile değil. Topun denize kaçması aslında yalnızca Bolamanlı çocukların değil, tüm kıyı ve deniz çocuklarının ortak anılarıdır. Anıları diyorum; hala iskele’de, Ahmet Bey Amca’nın yerinde oynadığımız futbol maçlarında denize kaçan plastik kırmızı toplarımızı, sonradan meşin toplarımızı gülümseyerek hatırlarım. Top kışın denize kaçtıysa vay kaçıranın haline! Rüzgâr varsa üstelik de deniz dalgalıysa ne kadar taş atarsak atalım, o topun kıyıya gelmesi oldukça zor olurdu. Ama yazın oynadığımız maçlarda topu almak için mutlaka denize kaçıran kişi denize atlardı. Bu durum önceleri zevkli olur ama sonraları denize giren için (hele de hep aynı kişi ise) tam bir golibicek (Karabatak) durumu söz konusu olurdu. Dal çık, dal çık…
Dediğim gibi futbol oynadığımız saha dağa doğrusu küçük arsa diyelim, küçüklüğümde en popüler yer Ahmet Bey Amcanın harmanı idi. Oradaki maçlarımıza hiç doyum olmazdı. Ama çoğunluğunda maç bitmezdi. Çünkü Ahmet Bey Amca mutlaka elinde bir çubuk ile bizi harmandan kovalardı. Biz de hemen harmanın yanındaki fındık bahçesine kaçıp, fındık ocaklarının arasında kaybolurduk. Takımımız, ben,Bülent Özmen,rahmetli Ferhat Çavuş,Mustafa Coşkun (kaptanımız), Arif Özmen , Ahmet Özmen (Bülent’in Ağabeyi),kalecimiz Yaşar Özcan, Mutlu Uzunlar (Nahiye Müdürünün oğlu) dan oluşuyordu.Tabi takımımız daha sonra çok değişti.
Kumluk dediğimiz bir başka sahamız daha vardı. Şimdiki sağlık ocağının orada yol ile dere arasında kalan kumluk bir yerdi. Orada da topumuz dereye kaçardı. Orada daha çok “Çingene Mahallesi” denilen ama bizim “Cingan Mahallesi” dediğimiz mahalleyle oynardık. Ve yaptığımız maçların büyük bir çoğunluğunda onlara karşı kaybederdik. Maç sonlarında yenen yenilen herkes dereye atlardı.
Denize top kaçardı ya, eğer kıyıya getiremez isek topu rahmetli Ferhat Çavuş şarkıya başlardı. “Elma attım denize, geliyor yüze yüze…” Bir daha geri gelmeyen topların, başka kıyılarda başka çocukların topu olacak diye düşünür sevinirdim. Hatta birkaç defa da başka bir yerden başka çocukların kaçırdığı toplar da bizim kıyıya vurmuştu. Bir gün kaçan toplardan birini İnyanı’ndaki mağaranın içinde görünce ,kaçan her toptan sonra o topu o mağarada bekledik arkadaşlarla… Ama bir gün Fatsa’da bir çocuğun top diye kıyıda bulduğu metal küreyi eline almasıyla o topun patlayıp o çocuğu oracıkta öldürdüğünü duyunca denizden gelen her topun bizim kırmızı top olmadığını anladık. Bu Rusların kullandığı ama konuldukları yerden kurtulup, denizde başıboş kalan mayınlardı. Yani “serseri mayınlar “  O günden sonra kıyı da ne zaman futbol maçı oynasak nedense büyüklerimizin “çocuklar top oynaMAYIN “ sözlerini daha çok duyar olduk.
Sizin hiç topunuz kaçtı mı denize? Kaçmadıysa kaçırın. Şuna emin olun ki başka kıyılardaki çocukların birisi çok sevinecektir. Ama ille de “Kırmızı plastik top”

2 Ocak 2011 Pazar

Deniz Bizi Tutamaz

Taşımıyor artık bizi bu kasaba
Yıllarca taşımış sırtında şu boklu taşı da
Bir biz ağır gelmişiz Şekip
Tası tarağı toplayıp çekip gitmek lazım buralardan
Urumeli mi olur Urus ellerimi yoksa Mısır mı?
Ama  bildiğim sırra kadem basmalı
Duvara “Evde yokuz “ diye de tabela asmalı
Kısacası hayâ kalesinden kaçmalı
Buralardan çekip gitmek lazım Şekip

Bak
Kuşları bile konmuyor bacamıza
Saksılardaki çiçeklerimiz bize küsmüşler
Sokağındaki köpek bile yalnız bize havlıyor
Kedilerinse hiç umurunda değiliz
Horozlar öterken
Kargalara da oyuncak olmadan
Buralardan çekip gitmek lazım Şekip

İpimiz kopmuş bu kasabayla Şekip
Ebemiz sıkı bağlamamış göbeğimizi
Hani sen iyi bilirdin gemici düğümünü
Hayatı koskoca bir ip topağı yapıp dolanıp durmuşuz içinde
Anlayacağın içine etmişiz
Bu yumağı çözemedik…Çözemeyeceğiz
Buralardan çekip gitmek lazım Şekip

Derenin ağzı Yalıköy’e dönmüş
Minareye de karga konmuş
Yine göç var kasabada anlaşılan
Bu kasabanın dilinden anlar mı yeni kiracıları?
Bilirler mi yağ yakacakta tenekede midye nasıl pişirilir?
Çakmak taşı ve  gargalak ile ateş nasıl yakılır?
Buralardan çekip gitmek lazım Şekip


Oysa denize güvenmiştik
Ne de olsa ona açmıştık gözümüzü doğarken
O da dalgasını geçti bizimle Şekip
Bir tutup bir bıraktı elimizi
Bit tutup bir bıraktı
Yakıp durdu yaralarımızı
Tuzsuz dediğimiz Karadeniz
Gitmesine gideceğiz ama…
Ama
Hala cebimizde kumu var
Dizimizde kayaların yarası
Ayaklarımızda Galezyan midyelerinin kesiği
Buralardan çekip gitmek lazım Şekip

Deniz bizi tutamaz
Deniz bizi tutamaz
Deniz bizi tutamaz

1 Ocak 2011 Cumartesi

Bolaman Eşkiyaları


Gönül isterdi ki bu yazıda eşkiyalıktan değil de aşk’tan bahsedelim. Yazının başlığı da“Bolaman Aşkiyaları” olsun .Yazan ise Bolamanlı Aşkiya …

Karadeniz bölgesinde, özellikle geçen yüzyılın sonlarında yaşamış çok sayıda eşkıya vardır. Bunların çoğu hakkında destanlar yazılmış, türküler yakılmıştır. Zaten bu eşkiyaların çoğunu biliyoruz. İşte size birkaç örnek; Hekimoğlu, Sandıkçı Şükrü, Micanoğlu, Şişmanoğlu, Soytaroğlu v.s. Bu eşkiyaların eşkiyalık sebeplerini incelediğimizde genel olarak “kan davası”dır. Adını saydığımız ünlü eşkiyaların çoğunluğu bu yüzden dağlara çıkmışlardır. Zamanla da her toplumda olduğu gibi halkın sempatisini kazanmışlardır. Eşkiyalık, devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde yaygınlaşır, yine bu isimlerini saydığımız eşkiyaların yaşadığı devire bakacak olursak Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmaya başladığı döneme rastladığını görürüz.

         Ama tarihimizde “Suhte İsyanları” dediğimiz bir isyan vardır ki bu isyan hemen hemen tüm Osmanlı topraklarında etkisini göstermiştir. Ve bu isyan ateşinden düşen bir parçada bölgemizde etkili olmuştur.“Suhte İsyanı” adıyla adlandırdığımız isyan, yukarıda bahsettiğimiz kan davasından değil, ekonomik krizin görüldüğü ve halkın çok yoksul düştüğü bir dönemde ortaya çıkmıştır. Suhte ya da Softa’nın kelime anlamı Osmanlı’da medrese öğrencilerine verilen isimdir. Bu durumda bu isyanın bu öğrenciler tarafından çıkarıldığını bilmek pek zor olmasa gerek! Osmanlı’da toplumsal hiyerarşinin üst kısmında devlet bürokratları ve askeri sınıflar vardı. Köylülerin ana görevi ise üretim ve vergi ödeme olduğu için tımar alamaz, şehirlerde bile yaşayamazlardı. Köylülerinde bu hiyerarşide yer alabilmelerinin tek yolu da dini kurumlara girmekti.16.yüzyılın sonları,17.yüzyılın başlangıç yılları boyunca köylüler özelliklede işsiz köylüler topraklarını terk ederek, suhte olmak için medreselere koştular. Bu insanlar mezun olunca çok azı iş buluyordu.(sanki günümüzü anlatıyor, açılan onlarca üniversite !) Bundan dolayı da gençler otoriteye karşı kızgınlık duymaya başlıyorlar. Gruplar oluşturarak kırsal bölgelerde dolaşmaya başlıyorlar. İşi köylülerden para istemeye, hasatlarını mahvetmeye, tecavüzlere ve yağmalamaya kadar vardırdılar. Suhteler, eşkiyalıklarını Yeşilırmak Havzası’ndan, Batı Anadolu’nun kırsal kesimlerine kadar özellikle de Aydın, Manisa, Menteşe, Kastamonu ve Bolu bölgelerinde sürdürdüler.1613 yılında bu büyük isyan durduruldu. Gelelim Suhte İsyanları ile Bolaman’ın ilgisine.1601 yılına ait bir Osmanlı belgesinde Bolaman Kazası’nda ki Suhte Eşkiyaları hakkında gerekenlerin yapılmasına dair hüküm vardır. Başka kaynaklara göre de yine eşkiyaların bu bölgede köylere, yaptıkları yağmalama yanında, yine işbirliği yaptıkları çingenelerin kadınlarını kullanarak köy delikanlılarını kendi çetelerine katılımını sağlıyorlardı. İsyan bastırılınca suhteler dağılarak daha sonra ikili, üçlü küçük gruplar halinde daha çapulcu denilen etkisiz dağ eşkiyalarına katılırlar.Böylece uzun yıllar sürmüş olan isyanda eski gücünü yitirirek sona erer.
         Yazının başında saydığım Karadenizli meşhur eşkiyalardan Soytaroğlu’nun hikâyesine kısa bir göz atalım: Soytaroğlu İsmail, Perşembelidir. Askerden kaçarak köyüne gelir. Bir gün arkadaşı İsa ile bir düğüne gider. Düğün evine yaklaşınca belinden tabancasını çıkararak havaya ateş eder. Bu bir adettir, misafir düğün evine yaklaşınca havaya ateş eder düğün sahibi de misafiri karşılamak için davulcu ve zurnacıyı yollar. Soytaroğlu ateş etmesine etmiştir ama ne gelen vardır ne de giden!?.. Bunun üzerine düğün sahibine “biz adam değil miyiz ?” diyerek orada huzursuzluk çıkartır. Yine düğünde eğlenen Gürcü Necip ile atışır. Araya girenler vasıtasıyla olay geçicide olsa kapatılır. Ama düğün dönüşü Soytaroğlu ve arkadaşına pusu kurulur. Arkadaşı orada ölür. Soytaroğlu ise kaçarak o günden sonra dağları mesken edinir. Bu bilgileri bulduğumuz kaynak’ta Bolaman ile kısım aynen şöyledir;
”… Soytaroğlu  Bolaman’da Pasaloğlu adında arkalı, nüfuzlu, cesur bir adam vardır. Soytaroğlu, bu adama gidip, ona sığınıyor. Bir sene meydana çıkmıyor Soytaroğlu … Bu sıralarda Bolaman’da bazı arkadaşlar da ediniyor…”  Bu satırların devamında Soytaroğlu’nun Bolaman’dan birçok arkadaş edindiğini, hatta bunlarla beraber yol kesiyor, pusu kuruyor, adam kaçırıyor ve cinayetler işliyor. Bunların kimler olduğunu şimdilik bilmiyoruz! Soytaroğlu, bu dostunun yanından ayrıldıktan sonra öç alma işlemine başlıyor. Ardından kendine düşman bildiklerini, çetesiyle beraber öldürmeye başlıyor. Düşmanları âlemde iken onlara pusu kuruyorlar ve onları eğlenceden alıp dağa kaçırıp orada öldürüyorlar. Ve bu pusuda öldürdüğü kişilerden Gürcü Kamil için türkü yakılır. Bu türkünün sözleri aşağıdadır. Soytaroğlu’nun namı dört bir tarafa yayılır. O sırada dağlarda gezen asker kaçakları da çeteye katılır. Böylece çete elli, altmış kişi olur. Bir başka ilginç bilgide şöyledir. Soytaroğlu ve çetesi kurtuluş savaşında Kuva-yı Milliye saflarına katılarak. Samsun’da ki Rum çetelerine karşı büyük mücadele veriyor. Ve bu mücadelesinden de galip çıkıyor. Ama dönüşte yine eşkiyalığa devam ediyor. Bu sefer soygunlar yapmaya başlıyor. Ve peşlerine asker takılıyor. Sonunda yaylada askerler tarafından ele geçirilip öldürülüyor. Soytaroğlu’nun hikâyesi kısaca böyle.

 “Kapancızade Hamit Bey’in anılarında Soytaroğlu olayına bir başka pencereden bakabiliriz. Canik Mutasarrıfı olarak,bölgemizde memurluk yapan Hamit Bey,çeşitli yerlerde valilik yapmış bir kişi olmasının yanında bu görevleri milli mücadele yıllarına rastladığını özellikle belirtmek isterim.Hamit Bey,Canik Mutasarrıfı iken Fatsa kazasından çok şikayet alıyor.Adliye müfettişi Kenan Bey’le beraber 6 Ekim  1919 yılında bu şikayetleri yerinde incelemek için Fatsa’ya gidiyorlar.Buradaki vatandaşları dinlediklerinde,kendi söylemiyle ;”bu kaza halkının yurdun en bedbaht ve en mağdur kişileri olduğunu  ve burada bütün köyler dört zalim zorbanın esiridir”.Ve devam ediyor; “Defterimi kirletmemek için isimlerini yazmak istemediğim bu zorbaların cinayetlerini yazmak için birkaç eser yetmez”.Soruşturmaya devam etmek için bilgi almaya çağırdıkları kişiler,korkularından bir şey söyleyemezler.Hal böyle olunca iş başa düşer,Hamit Bey ve Kenan Bey köylere çıkar.Köylülerle yaptığı konuşmalarda köylünün haraç,tecavüzler ve zulüm karşısında çok perişan bir halde olduklarını görürler.İnsanlıkları resmi kişiliklerinin önüne geçer ve gözyaşlarını tutamazlar.Raporlarını yazmak için Fatsa’ya dönerler.Bundan sonraki olayları Hamit Bey’in kendi kaleminden okuyalım.”..Fatsa’ya iki saat mesafedeki aynı  ve Meşebükü
Köyü’nün ve Bolaman Bucağı’nın ,Kabakdağı Köyü’nden bazı eşkıyalar tarafından soyulmakta olduğu haberi geldi.Mevcut jandarmaları ve merkezden getirdiğim efradı köylere dağıtmış olduğum için kazada hiç kimse kalmamıştı.Fakat tecavüze karşı eli bağlı kalmak onurumuza uygun düşmezdi.Buna karşı hareketsiz kalmak Fatsa’daki bütün icraatı hiçe indirebilirdi.Onun için emir erimi gönderip hapisanedeki üç nefer muhafızı alıp kapıyı kilitledim ve çarşıdan tedarik eylediğimiz hayvanlara binip tam süratle köye yollandık.Bolaman Deresi’nde Meşebükü’nü soyan ve adedi hemen otuza varan haydutlarla karşı karşıya geldik.Hayvanlara yükledikleri gasp edilmiş malları beraberlerindeydi.Dere kenarında derhal müsademe başladı.Bizim hapisane muhafızlarının ilk işi kaçmak oldu.Çarpışma meydanı,sadakat ve cesaretine pek emin olduğum emir erim Osman ile bana kaldı.İkibuçuk saat eden mücadeleden sonra heriflerin ellerinden dört hayvan yükünden ibaret olan eşyayı aldık ve tecavüzlerini pahalıya mal ederek döndük. Eşkiyanın orada birkaç ölü bıraktığı sonradan öğrenilmişse de ,adedini anlayamadık.Çünkü bizim ne adedimiz ne de mevziimiz dereyi atlayarak karşı dağlara sapmış olan haydutları takibe müsait değildi
Bir hafta geçmeden zalimler, cürümlerin mahiyeti cinayet nevinden bulunduğu halde, tahkikata tutuksuz olarak devam olunmak üzere salıverildiler. Memlekette adaletsizlik, fukaranın sahipsizliği bütün açıklığı ile bir kere daha belli oldu. Uzun yazışmalar sonucunda itham heyeti üyelerini azletmek mümkün olduysa da yapılan fenalığın tamiri mümkün olamadı. Haydutların salıverilmesi üzerine köyde mazlumlara karşı yaptığımız vaatler, verilen teminatlar boşa çıktı. Her zaman ve her yerde korunan zalimlere boyun eğmekten başka çare olmadığı kanaati köylü üzerinde bir kere daha anlaşıldı… (Nerdeyse yüzyıl geçmiş hala değişen bir şey yok!)  Olayların cereyan ettiği yıllara bakarsak, elimizde tam deliler olmasa da, Hamit Bey’in bahsettiği eşkıya ve çetenin Soytaroğlu’nun çetesi olma olasılığı oldukça yüksektir. Bu satıra kadar tarihte bölgemizde cereyan eden isyanlara, eşkiyalara, şöyle bir göz attık. Ama arşivlerde ve şu ana kadar inceleyemediğimiz bir dolu kaynakta bu konu ile ilgili oldukça fazla bilgi olduğunu biliyoruz. Bu bilgiler elimize geçtikçe ve bilgi dağarcığımıza girdikçe sizinle paylaşacağız. Gelin yazıyı bir horon oynayarak bitirelim. Gülmeyin henüz daha aklımı oynatmadım. Hem de bu yöremizde oynanan bir horon;”Eşkıya Horon”u.  Unuttum “Eşkıya Horon”unun bir adı daha var, ister inanın ister inanmayın, sıkı durun söylüyorum; “Bolaman Horon”u





Mutasarrıf: Tanzimattan sonra yönetim bölümlerinde il-ilçe arasındaki bölümün idare memuru



                                                                               
Kaynaklar

Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası……………Mustafa Akdağ…….YKB Yayınları

Kapancızade Hamit Bey………………………………Halit Eken…..Yeditepe Yayınları

Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları……..Yaşar Küçük…….Serander Yayıncılık