30 Aralık 2010 Perşembe

Bendeki Yerler-1


Sıdıka Hanım’ın Bahçesi

Çoluk çocuk tüm arkadaşlar ile en çok ta misket oynadığımız yer.Şimdi gene misket oynanıyor.Hem de Ankara havası ile…

Kaymakamın Yeri

Rahmetli Kaymak Amcanın yeri benim için tam anlamıyla şöyle; Daha kaynatılmamış süt gibi girilip kaymak gibi çıkılan yer.

Cemil’in Kahvesi

 Domino taşları seslerinin yola taştığı yer

Vahittin Dayı’nın Kahvesi

Tüm akrabalarımın olduğu yer. Babamı arama bahanesi ile yerdeki yarım sigara ve filtereleri toplayıp eski konağın önündeki taşların arasında onları arkadaşlarla terletmek.

Turan Bey Amcanın Kırtasiye Dükkânı
Okul’a başlama heyecanı, defterler, renk renk kalemler

Mecit Aga’nın Dükkânı

Kırmızı helva, leblebi tozu (O tozu garip öldüren çeşmesindeki su ile karıştırdık nedense?) çocukluk işte

Cemal Abi’nin Dükkânı

Gazete, gazete, gazete… Sabah gazete arabası hiç durmadan gazeteyi atardı yolun kenarına. En büyük heyecanlarımızdan biri idi Rahmetli cemal Abi ile gazete paketini açmak.

Ahmet Bey Amca’nın Bahçesi

Bizim İstanbul Dolmabahçe stadımız. Ama hiçbir maç sona ermezdi. Çünkü sonuna doğru rahmetli Ahmet Bey Amca uzaktan elinde çubuk ile görülür. Biz futbolcular doğru fındık bahçesine kaçardı. Böylece maç Ahmet Bey Amca Federasyonu tarafından tatil edilirdi. Nur içinde yatsın.

Bayram Sabahı

Anne, “Hadi! Oğlum banyoya bu akşam yıkanan bir arpa tanesinin veya buğday tanesinin boyu kadar uzar” diye Küçük Bolamanlıya seslenir. Bolamanlı çocuğun yüzünde güller açar, çünkü bu sözler ona yarın bayram olduğunun müjdeleyicisidir. Her bayram arifesinde duyduğu bu sözler onun banyoya gitmesi için söylenen ikna edici en güzel sözlerdir. ”Yaşasın bir buğday tanesi kadar daha boyum büyüyecek” diye düşünerek bir koşu evin küçük odasındaki annesi ile babaannesinin zaman zaman çalıştırdıkları ve her çalıştırıldığında çıkan sesi Bolamanlı çocuğun kasabasından hiç geçmeyen ve hiç görmediği trenlerin seslerine benzetip trencilik oynadığı eski Singer marka dikiş makinesine koşar. Koşar, çünkü dikiş makinesinin çekmecesinden mezurayı alacak ve banyo öncesi boyunu ölçecektir. (Bu arada mezuranın ilk 10 cm yoktur!) Yıkandıktan sonra tekrar ölçecektir boyunu ama değişen bir şey olmadığını görünce ,” Hani hiç boyum uzamamış” sorusunu soracaktır ağlamaklı bir suratla anne ve babasına. Her seferinde de aynı yanıtı alacaktır onlardan “oğlum sabahı bekle sabahleyin göreceksin boyun uzamış olacak” sabırsızlıkla bayram sabahını beklemeye koyulur ve heyecandan uyuyamaz sabaha kadar. Gün daha ağarmaya yeni başlar ki tüm evi bir telaş sarar. Baba bayram namazı için abdest alırken küçük Bolamanlıyı annesi namaza gitmesi için uyandırmaya çalışır. Sabaha kadar heyecandan doğru dürüst uyuyamadığı için yarı uykulu şekilde abdest alır ve bayramlıkları giydirilir. Yeni ve temiz kıyafetlerle dışarıya çıkılır hangi arkadaşı onu dışarıda bekler merak eder. Bolamanlı çocuğu, arkadaşları deniz kenarında bekliyorlardır. Hepside temiz bayramlık kıyafetlerini giymişlerdir. Birbirlerinin kıyafetlerini gözlerinin uçlarıyla süzerler. Daha sonra camiye giden cemaate uyarak bayram namazını kılmak üzere caminin yolunu tutarlar. Ne zamanki imam son duayı eder, herkes ayakkabılarına koşar telaşla.”Ya karışmışsa ayakkabılar, nereye bırakmıştım ayakkabımı?” soruları da onlarla beraber koşturur kafalarında. Bütün bunlar bir an önce eve gidip sevdiklerinin bayramını kutlamak içindir. Cami çıkışında büyükler tek sıraya girer küçükler büyüklerin bayramını kutlarlar sırayla. Camiden çıktıktan sonra hemen eve gitmezler, diğer büyükleriyle mezarlığa giderler ve ölmüş büyüklerine dua ederler. Eve döndüklerinde bayramlaşama evdekilerin babaannenin elini öpmesiyle başlar. Ramazan sonrası evde hep beraber yapılan kahvaltı... Sonrasında komşuların akrabaların eve ziyareti başlar. Bir de Davulcu Mahmut’u unutmamak gerekir, hiç usanmadan gecikmeden her gece sahura kaldıran Davulcu Mahmut. O da kapı kapı dolaşır bayramlarda bahşişini toplar. Uzunca bir “T” şeklinde çangal çubukla dolaşır, evlerden bu çangala bahşiş olarak verilen giysiler kumaşlar asılır. Küçük Bolamanlı heyecanla bunları seyrederken, dışarıda Ferhat, Bülent, Hasan, Arif onu beklediklerini hatırlar. Ve ekip halinde yapılan bayram ziyaretleri başlar. En çok ta Belkıs Hanım Teyzenin elini öpmek için acelecidirler. Çünkü o çocuklara biraz fazla bayram harçlığı vermektedir. Bu yüzden de ilk o ziyaret edilir. Mendil içinde gizlice verilen harçlık… O güler yüzlü nazik hanım hala en güzel bayram anılarını süsler Bolamanlı çocuklarının. Belkıs Hanım Teyze ayrıca bolca da çikolata ve şeker verdiğini hiç unutmaz çocuklar. Şekeri bol olsun!
Öğleye kadar bu ziyaretlere devam edilir. Ev baklavaları, küçük küçük sarılmış dolmalar, börekler, Eyüp Sabri Tuncer’in özel şişelerinden dökülen kolonyalar… Öğleyin günün hâsılatı deniz kenarında sayılır. Sıra en heyecanlı işe gelmiştir.”Bekle Fatsa geliyoruz”. Nevzat Dayının kırmızı Hamido’su veya Kara Mehmet dayının minibüsleri yol kenarında onları bekliyordur. Fatsa’ya iner inmez yapılacak her şey bellidir. Vakit öğle olduğundan hepsinin karnı açtır. Doğruca köfteciye koşarlar. O zamanki deyişle tükürüklü köfteciye. Köfteler bir solukta yenir. Fatsa’ya gelişlerinin asıl nedenleri sinemadır. Sırayla sinemaların afişlerine bakılır. Önce yakın diye Park Sineması, sonra Cem Sineması, sonra Lale Sineması, daha sonra da Şan Sineması’nın afişlerine. (O zamanlar 4 adet sinema vardı Fatsa’da şimdi kaç adet?) Cüneyt Arkın’ın filmi hangisinde ise ona karar verilirdi.(Her zaman bir filmi mutlaka olurdu). Sinema zamanına kadar Ferhat, Hasan ve Arif bisiklete binmek isterler. Bisiklet kiralarlar. Fatsanın sokaklarında pedal çevirirlerdi. Vakit geldiğinde koşarak sinemanın önüne gelirler ve biletlerini alırlar. Sinemanın önünde satılan kırmızı yumurtalardan almayı da unutmazlardı. Bolamanlı çocuk bu kırmızı yumurtaların bir başka dinin geleneği olduğunu sonradan öğrenecek ve Fatsa’da yıllardır değişik dinlerden insanların kardeşçe yaşadığını, bu beraberlikten geleneklerin birbirine karıştığını görecektir.
Film başladığında Cüneyt Arkın’ın aksiyonlarını çocuklar ağzı açık şekilde seyrederken akılları da verilecek olan 10 dakikalık aradadır. Çünkü mutlaka simitle beraber Şifa gazozu içilmelidir. Filmin ikinci yarısı da alkışlarla seyredilir. Bitince durağa kadar Cüneyt Arkın’ın yaptıklarını birbirlerine tekrar tekrar anlatırlar “seyrettiğimiz en iyi film” derler. Zaten bu sözü seyrettikleri her filmden sonra söylerler. Minibüse bineceklerdir binmesine de paralar suyunu çekmiştir. Hepsi Ferhat’a dönerler çünkü onda her zaman daha fazla olur. O da her defasında söylene söylene paralarını verecektir. Her ne kadar “bir daha paranızı vermem” dese de her seferinde gene verecektir. Bolamanlı çocuklar bayramın ilk gününde tatlı yorgunluk içinde kendilerini evlerine atarlar
Bolamanlı çocuk uzaklarda bir yerlerde bu satırları yazarken, “Hadi! Banyoya bu akşam yıkanan bir arpa tanesinin veya buğday tanesinin boyu kadar uzar”  der, gülümseyerek küçük kızına…

* Arpa boyu yaşamımızdan, bu küçük anımsamada başta Ferhat Çavuş’um olmak üzere adı geçip de aramızda olmayanların toprağı bol olsun diyor, aramızda olanlara da uzun ömürler diliyorum.
Size “Bayram Sabahı “adlı şiirimi mendil içinde sunuyorum.

BAYRAM SABAHI


Neşeyle dayamıştı
Ağzına gazoz şişesini
Nereden bilebilirdi
Dudaklarını kesip
Kaçıracaktı neşesini


El öpüyorlardı
Apartmanın çocukları
Üzerlerinde
Bayramlık gömlek ve pantolonları
Bir köşeye saklanmış seyrediyordu
Kapıcının çocuğu
Gizlice onları


Yastığının altından çıkarıp
Vermişti ona
Son paralarını hasta anası
Yağmurda eriyordu
Bayram harçlığıyla aldığı
Elindeki pamuk helvası

26 Aralık 2010 Pazar

Karadenizde Ole sesleri...

Güney Afrika’da yapılan son Futbol Dünya Kupası maçları sonunda İspanya’nın şampiyon olarak İspanya bayrağını Güney Afrika’da dalgalandırdığını hepimiz biliyoruz. Ya! İspanyol bayrağının Karadeniz’de hatta Bolaman’da, Amerika’nın keşfinden önce dalgalandığını (tabiî ki futbol şampiyonasında değil) biliyor muyuz? Amerika’nın 1492 yılında Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğini bütün tarih kitapları yazar. Cenovalı (yani İtalyan) olan Kolomb bu keşfini İspanya Krallığı adına yapmıştı. Yani 1492 yılında Amerika topraklarında ve sularında İspanya bayrağı dalgalanmıştı.İşte bu tarihten 88 yıl önce yani  8 Nisan 1404 yılında da Bolaman’a İspanyol heyeti uğramıştı.Bu da demektir ki İspanyollar Karadeniz’e biraz daha küçültürsek Bolaman’a Amerika’dan önce ayak basmışlardır.Tabi bu yazılı kaynaklarda şimdiye kadar bilinen ilk tarih.Mutlaka başka İspanyol ve İspanyollar gerek ticaret gerekse denizci olarak topraklarımızdan bu tarihten önce geçmiş olabilirler.Ama dediğim gibi elimizde şimdilik  başka bir belge yok.Ama elimizde bu heyetin hangi gemiyle Karadeniz’e açıldıklarına kadar belgemiz var.Hangi gemi  mi? İşte İspanyol heyetinin hikayesi şöyle başlıyor. 1403 yılının Mayıs ayının 21’inde İspanya’nın Por Sen Mars şehrinden Ruy Gonzales de Clavijo,Alfonso Piz ,Gomos Salazar ve beraberindekiler  Timur’a,kralları Hanri adına hediyeler ve iyi dileklerini sunmak üzere yola çıkarlar.Timur ,Ankara savaşında Yıldırım Beyazid’i mağlup etmiştir.İspanyol kralına iyi niyetini belli etmek için Çağatay soylularından Hacı Mehmed’i elçi olarak göndermiş  ayrıca da bir sürü hediyeler yollamıştır.yolladıkları hediyeler mücevherler ve Ankara’da Türklerden esir olarak alınan  Hristiyan kadınlardır.İşte  bu jeste karşılık vermek için de Kral Hanri ‘de Timur’a adamlarıyla hediyeler göndermiştir.Bu görevlilerden Clavijo Kral’ın baş mabeyncisi,Alfonso Piz Baş rahip,Salazar’da muhafız alayında subaydır.İçlerinden Clavijo İspanya’dan başlayıp Semerkand’a kadar devam eden bu yolculuğu yazarak bize kadar ulaştırmıştır.Bu üçlü ve beraberindekiler yol boyunca bir çok adaya uğrayıp birkaç gemi değiştirdikten sonra 24 Ekim 1403’de İstanbul’a ulaşırlar.
13 Kasım’a kadar İstanbul’ da kalmışlar.14 Kasım’ da ise Timur’a ulaşmak için “Sokono “ adlı Cenevizli bir kaptanın gemisiyle Karadeniz’e açılırlar.Fakat  daha  yeni yol almışlardır ki Karadeniz bu yabancılara hoş geldiniz dercesine bütün şiddetiyle misafirlerini karşılar.Gemi Kefken (Finogonya) açıklarında kayalara çarpar ve parçalanır.İspanyollar hediyeleri karaya çıkarmışlardı.Başka bir Cenevizlinin gemisiyle tekrar  İstanbul’a geri dönerler.1404 yılının Mart ayına kadar Karadeniz’e gidecek uygun bir gemi bekleyip dururlar.20 Mart perşembe günü  Trabzon’a gitmek üzere 190 kürekli bir gemiye binerler.Ve Trabzon’a doğru yelken açarlar.
         Calavijo’nun gün ve gün tuttuğu yolculuk günlüklerinde 5 Nisan 104 gününden itibaren yolculuğu şöyle anlatıyor.”… 5 Nisan cumartesi günü Sinop’tan haraket ettik.O geceyi deniz üzerinde geçirdik.Ertesi öğle üzeri Samsun’a vardık.Burası da Türklerin elindeydi.Samsun’un iki kalesi vardır.Biri Cenevizlilerin diğeri Süleyman Çelebinindir.Biz burada liman girmeyerek deniz üzerinde kaldık.Hava müsait olduğundan yola devam ederek ertesi gün Ünye’ye vasıl olduk.Bu sırada rüzgarın muhalefeti arttığndan buraya sığınmak istedik.Tepelerde evler görünüyordu.Ahalinin çoğu Rum’du.Bize kalenin etrafında üçyüz kadar Türk bulunduğu söylenmişti.Fakat bütün civar Melesano namında bir Rum prensinin hükmü altında idi.Ve bu zat Timur’a vergi ödüyormuş.Ertesi gün buradan hareket ettik.Fakat rüzgar muhalifti.Onun için Türk topraklarına sığındık.Sığındığımız yerin adı “Lena” idi.Bize anlatıldığına göre birkaç sene evvel Cenevizliler buraya  bir saldırı düzenlemişler.Buraları Erzamir namında bir Türk beyine bağlıdır.
Aynı gün bu limandan hareket ettik.Çok geçmeden deniz kenarında başka bir kale ile karşılaştık.”Santa Nicijo” adını taşıyan bu kaleye yakın bir yerde demir attık.Çünkü rüzgar gittikçe şiddetleniyordu.Burada şehrin ağzına yakın bir yerde geceyi geçirdik.Buraları da Erzamir namındaki Türk beyine aitti.Bu beyin kumandası altında onbin (10.000)atlı bize söylemişlerdi….”
Bu yazıda “Bolaman” nerede diyeceksiniz.Clavijo’nun “Lena” dediği yer Bolamandır.Çünkü Clavijo bu  seyehat izlenimlerini yazdığı günlüklerinde Bolaman gibi bir çok yerin ismini hatalı yazmıştır.Bunun da nedeni seyahatten yaklaşık 3-4 yıl sonra izlenimlerini kitap şeklinde yazılı hale getirmiştir. Dolayısıyla bir çok yer adını da yanlış olarak kağıda geçirmiştir.Bazı yabancı kaynaklarda o tarihlerde Bolaman’ın adını “Bülemanyon” ve “Pulyan” olarak da yazmaktalar.Bahsedilen ”Erzamir Beyliği” yine yanlış olarak yazılmış “Hacıemiroğulları Beyliği” olacaktır.Santa Nicejo kalesi de  Ordu’da bulunan “Bozukkale”dir.
         İspanyollar Kardeniz sularında zaman zaman görünmüşlerdir. Kolomb’un Cenova’lı olduğunu söylemiştim.Kolomb’un amcalarının Trabzon’da yıllarca ticaret yaptıklarına dair gerçekliği ispatlanamamış elimde bilgiler mevcuttur.Yazımı şöyle bitireyim Ünlü İspanyol yazar Cervantes’in yine o dünyaca ünlü eseri “Don Kişot” u  Türklerden etkilenip yazdığını biliyor muydunuz? Bunu da başka bir yazı konusu yapalım.

Paris Sokaklarında Bolaman Çiçeklerinin Kokusu


Şimdi size; “Fransızların meşhur parfümlerinde Karadeniz’in bin bir çeşit çiçekleri, daha da ileriye giderek belki de Bolaman’daki çiçeklerden biri mevcuttur” desem. Ne dersiniz? Bana şöyle dediğinizi duyar gibi oluyorum.”Fatin, sen delirdin galiba Fransa’daki parfümlerle Bolaman’daki çiçeklerin ne ilgisi var? Ben de size aralarında nasıl bir bağlantı var hemen anlatmaya başlayayım.
 1700 yılında Fransa dışişleri bakanı Pontchartrain’in Krala önerisi ve Kral XIV.Louis’inde kabul etmesi sonucunda Fransa Krallık Bahçeleri’nin Bitkibilimcisi Joseph Piton de Tournefort  Yunan,Türk ve Arap yarımadasını içine alan seyahat için görevlendirilmişti.Tournefort’un görev mektubunda şunlar yazmaktaydı.”Beyefendi,bitki,maden ve mineral araştırması yapmak,bu ülkelerdeki hastalıklar ve kullanılan ilaçlar hakkında,ayrıca tıbba ve doğa tarihine ilişkin her türlü bilgi toplamak üzere Yunanistan,İstanbul,Arabistan,Mısır ve Kuzey Afrika kıyılarını kapsayacak bir seyahat için görevlendirilmiş bulunuyorsunuz....”  Tournefort ,gerekli hazırlıkları yapar yapmaz 9 mart 1700  tarihinde Paris’ten hareket eder.Seyahatin başlamasından yaklaşık bir yıl sonra İstanbul’a gelirler.İstanbul’da da incelemeler yapan ekip burada da pek çok ilginç olaylara tanık olurlar.Yolculuğunun bir sonraki aşaması olan Trabzon’a gitmek için hazırlık yaparlarken ,o sırada Erzurum Valiliğine atanan ve Köprülü Mehmet Paşa’nın torunu olan  Köprülü Numan Paşa’da Erzurum’a gitmek için Trabzon’a yola çıkmaya hazırlanmaktadır.O zamanki Fransız büyükelçisinin de araya girmesiyle, Numan Paşa,Tournefort ve ekibinin kendisiyle seyahat etmesine izin verir.Tournefort bu duruma çok sevinir,çünkü  bilmediği topraklardaki bu yolculuk onun için her zaman bir tehlike demektir.Paşa ile yapacağı yolculuk onun güven içerisinde geçmesine yol açacaktı.Tournefort daha önceki seyyahların yazılarından okuduğu satırlar nedeniyle Karadeniz’de deniz yolu ile yolculuktan korkuyordu.O yüzden şaykalarla değil bir kayıkla seyahat etmek istiyordu.Bunun nedeni de Karadeniz de çalışan kayıklar dört kürekli,iyi havalarda da ya da iyi rüzgar olduğunda açılan,rüzgar dindiğinde indirilen kare biçimli bir yelkene sahip olmaları ve istenildiğinde kolayca kıyıya çekilmesiydi.Yolculuk günü geldiğinde  Paşa ve maiyetindekileri  taşıyan sekiz  büyük kayıkla yola koyulur.Dokuzuncu kayık da ise Tournefort ve arkadaşları vardır.Dokuz kayıklık bu küçük filo 26 Nisan  tarihinde Karadeniz’e açılır.26 Nisan 1700  tarihinde çıktıkları Karadeniz yolculuğuna sırasıyla Riva,Şile,Ağva,Alaplı,Ereğli,Amasra,Cide,Sinop,Gerze,Samsun,Ünye,Fatsa,,Giresun,Tirebolu’dan sonra Trabzon’a varırlar.Bu yolculuk tam 27 gün sürmüştür. Tournefort 27 gün süren bu yolculukta uğradığı yerlerdeki izlenimlerini yazmış buralardan yüzlerce bitki örnekleri almıştır. Alınan bu bitkiler daha sonra Fransa Kraliyet Bahçesine götürülmüş orada ıslah edilmişler ve Fransızların bahçelerini süslemişler ve ünlü parfüm kokularının oluşmalarında katkıları olmuşlardır. Yani Fransızların meşhur parfümlerinde Karadeniz’in, dalga sesini, rüzgarını, kokusunu az da olsa duyabilirsiniz. Bolaman ile ilgili kısım ise şöyledir.
Yolculuğun 18.gününde Tournefort’un Mosenyor’üne yazdığı mektupta şu satırları okuruz.”

17.Mektup                                                                 Tarih 14 Mayıs 1701
...
14 mayıs.28 mil yol aldıktan sonra, aynı adı taşıyan bir köyün yakınında bulunan küçük Vatiza(Fatsa) ırmağının ağzına ulaşarak serinletici içkiler içtik; yıldız esiyordu ve deniz biraz kaba dalgalıydı, bu yüzden denizcilerin görüşleri alındı; ama görüşler farklı farklı olduğundan, paşa yola çıkıp çıkmamakta kararsız kaldı. Bir hekim olarak maiyetindeki hastaların ve özellikle de çok değer verdiği akıl hocasını dinlemeyi gereksinim duyduğunda paşayı inandırarak, yalnızca o gün değil, ertesi gün de burada kalınmasını sağlama onuruna eriştim. Sonuçta, bu dinlenme hastaların yararına oldu ve keyif verdi; yalnızca tayfalar homurdandılar, çünkü onlar çalıştıkları gün başına para aldıklarından zamanı değerlendirmek istiyorlardı. Bana gelince, ben böylesine güzel bir yerde dolaşmaktan mutluydum ve tayfaların sözlerinden pek az rahatsız oldum. Sonraki gün, paşanın maiyetindeki kişiler denizi gene dalgalı buldular ve her ne kadar tayfalar denizin yağ gibi olduğu (Bu deyim her ülkede deniz için kullanılır) karşılaştırmasını yaptılarsa da, öğle yemeğine kadar ancak 20 mil yol alabildik. Adını öğrenmeyi başaramadığımız yıkık bir hisarın dibinde konakladık; kendi kendimizi avuttuk: Yıkıntılar, Antikçağ’dan en küçük bir çağrışım getirmiyordu bize. Mosenyor, bu anlatıya bakarak Karadeniz ile kötü bir düşünceye kapılmanızı istemiyoruz; deniz tam süt liman olduğunda yol alıyorduk, bu iyi Müslümanları korkutan kuzey rüzgârları ve dalgalı görünen deniz bizim gemilerimizi çok sallamaz ve şaykaların gidip gelmesini engellemez. İlerleyişimiz M.Despreaux’nun Lutrin adlı yapıtında çok iyi betimlediği o yumuşak havaları anımsattı bana:”Gece dinleniyor, bütün gün uyunuyordu.” İşte bizim topluluğumuzdaki yaşamda tam böyleydi. Yalnızca tütün içmek, kahve içmek, pilav yemek su içmek için uyanılıyordu; ne avdan, ne de balık avından söz ediliyordu. O gün, kürek gücüyle 12 mil giderek, güzel bitkilerle dolu güzel bir yerde kumsala çıktık.”
            Tournefort’un Vatiza Irmağı dediği Bolaman ırmağının ta kendisidir. Daha önceki seyyahlarında verdiği bilgiye göre gemiler bu ırmağın ağzına yaklaşırlardı. Ve buradan karaya çıkarlardı. Yine başka kaynaklarda burada bir de yıkık bir kale kalıntısı mevcut idi. Tournefort’un 20 mil sonra yıkık bir hisar’ın dibinde konakladık dediği yer de büyük bir olasılıkla ya bugünkü Haznedaroğlu konağının ahşap kısmının yapılmadan önceki halini oluşturan hisardır, ya da Bolaman ile Yalıköy arasındaki Kız kalesi dediğimiz mevkiidir. Tournefort’un yazdıklarından denizin dalgalı olduğunu anlamaktayız bu da aldıkları mesafeyi tam ölçemediğini anlamına gelebilir. Çünkü Ordu’ya kadar bildiğimiz böyle bir yıkık hisar yoktur.
Bu gezisinde ülkesine 1356 bitki ve çiçek çeşidiyle dönen Tournefort,Fatsa ve Bolaman açıklarına gelecek hatta aynı zamanda bir çiçek adı da olan Polimenium’ u hiç merak etmeyerek karaya çıkmayacak.Bu kabul edilebilir bir olasılık değil bile! Ben çok emin olarak şunu söyleyebilirim. Tornefort, Fatsa ve Bolaman’da karaya çıkmış,tepelerinde çimenlerinde bir şekilde çiçeklerinden bitkilerinden toplamıştır.Ve 1356 çeşit bitkinin içerisinde mutlaka Bolaman’dan bir bitki de kendine yer bulmuştur.
Yolunuz bir gün Fransa’ya düşerse  ve hele de bir çiçek bahçesinin yanından geçerseniz size tavsiyem şudur, kendinizi yabancı hissetmeyin hepsi bizim memleketin çiçekleridir, şöyle derin bir nefes alın, gözünüzü kapayın bildik o kokuyu duyduğunuzda kendinizi Akise’de, Kömürlük’te, Laleli’de, Güvercinlik’te, Kavraz’da, Bozdoğan’da,Palazlı’da adını daha sayamadığım köyünüzde,bahçenizde en önemlisi Bolaman’da hissedecekseniz.Haydi,derin bir nefes alın…


Not: M.Bachelier adlı Parisli meraklı 1615’te İstanbul’dan ilk atkestanesini ve Manisa Lalesini topraklarımızdan Fransa’ya  götürmüştür..Büyükelçiler zamanla İstanbul’dan çeşitli bitkiler göndermişlerdir.Bunlar orada ıslah edilmişlerdir.Özellikle Karanfil haricinde tüm çiçekler doğu’dan gitmiştir.

Fotoğraflar: Asım Ekiz